1966 yılında yayımlanan Bergsonculuk kitabı Gilles Deleuze'ün erken dönem çalışmalarından biridir. Bu kitapta Deleuze hem Bergson'un yapıtları üzerinden "süre" "hafıza" "yaşamsal atılım" ve "çokluk" gibi belli kavramların süreklilikleri ve dönüşümlerinin izini sürer hem de kendi özgün felsefi sistemini kurar. Deleuze'ün Bergson okumasının temel motifi aslında Batı Metafiziğine getirdiği köklü bir eleştiridir: gerçeğin karşısında soyut kavramları önceleyen ve yaşamı bu soyut kavramlara indirgeyen felsefe geleneğinin eleştirisi. Ama felsefe tarihinde bu kapanmaya girmeyen canlı isimler de vardır. Bergson da Spinoza gibi Nietzsche gibi yaşam filozofudur. Bu özgün okumada Deleuze felsefenin bilimle ilişkisini ontolojiyle etiğin örtüşmesini önemser. Deleuze'ün Bergsonculuğu varlığı statik kavramlarla değil dinamik kavramlarla ele almaya dayanır ve her şeyden önce dünyayı unutmaya dayalı umutsuz felsefelere karşı yaşamla kavramı birleştirmeye yönelen sevinçli felsefeler yaratmaya çağrıdır. İktidarını insanların hınçları üzerine inşa eden ikiyüzlü politikacı dünyayı olumlamaktan aciz din adamı ölü kavramlarla iş gören sıkıcı akademisyen... ve onların peşinden sıradanlıklara koşan insanlar aşkınlığın uçurumunun içine yerleşir. Dünyayı ve karşısındakini hiçe sayan olumsuzlamaya dayalı tüm figürlerden uzakta Deleuze'ün Bergson okuması dünyaya evet demektir.