Kendimize ve dünyaya gerileyen bir tarihin içinden bakmanın tuhaflığını yaşıyoruz. Bu tuhaflık burada kalmıyor ve bulaşıcı bir hastalık gibi zihinlerimizi felç ediyor. Sonuçta yakın tarihiine küskün kendine dargın ve geleceğinden umursuz bir nesil yetişiyor. Gerileme halindeki bir tarihin içinden gelmenin travması sarıyor ufuklarımızı.
Oysa tarih sadece yazılmış değil yazılacak bir öyküdür ve asıl cazibesi de buradan gelir. Yazılmış tarihler ile yazılacak tarihlerin çatışması hiç bitmez; iyi ki bitmez zira tarihte son söz biye br şey yoktur. Ayçiçeklerinin yüzlerini hep güneşe döndükleri gibi tarihin de farklı güneşleri beklediğini unutmamalıyız. Osmanlı tarihçiliğinde 1970'lerde başlayan "büyük dönüşüm" günümüzde artık ilerleme-gerileme ikileme dışında bir tarih yazmanın mücadelesini vermekte. Ancak asıl geri kalmışlığımız Osmanlı tarihini hala kuruluş-yükseliş-duraklama-gerileme-çöküş şemasına sıkıştırma çabamızda ortaya çıkmaktadır.
Halil İnalcık'tan Linda Darling'e İlber Ortaylı'dan Douglas Howard'a Cemal Kafadar'dan Rhoads Murphey'ye ve daha pek çok Osmanlı tarihçisine göre "Osmanlı gerilemesi" apaçık bir olgu değil çözülmesi gereken bir problemdir. Hem sonra bir tarihçinin tarihte ilerleme ve gerileme olayına "takması" ne kadar bilimsel bir tutumdur? Bir bilim adamı olarak tarihçinin "ileri" dönemleri kendisine yakın bulurken "geri" dönemleri ihmal etmesi ne kadar anlamlıdır?
Osmanlı tarihi araştırmalarından tanıdığımız Mustafa Armağan'ın hazırladığı Osmanlı Geriledi mi? bu ve benzeri soruları yetkin tarihçilerin kaleminden sunuyor sizlere. Ve bir tarih devriminden söz ediyor: Yeni bir Osmanlı tarihinin ayak sesleri duyuluyor kitabın satırları arasından...