İnsan zaman zaman durup bir düşünmek nefes almak rahatlamak ihtiyacı duyar. Bazen mavi bir ufka bakarken siyah bir göktaşına dokunduğumuzda yüksek bir kayanın gölgesinde serinlerken ya da bir yelken direğinin altında sert bir rüzgârı göğüslediğimizde karanlık bir mağarada damlayan suyun yankısında yabani bir sesin tınılarında ya da gece karanlığında bazen bir kadınla bir erkek arasında giderilebilir bu ihtiyaç. Vaktiyle milyonlarca yıl önce atalarımızın yaşadığı vahşi topraklardaki hayatın yankısıdır bizi çağıran. Bu mercekte medeniyet ile tanışıklığımız henüz çok taze hala çok genç. Yeni pabuç gibi dar. Yüreğimizi sıkıp sıkıştıran türden. Alıp veremediğimiz pek çok hesap içindeyken vakti zamandan çalınacak bir nefes kısa bir tatil bedenimizi kökenine yaklaştırır özvatanına yatırır. Orada zevk hariç boşaldığının hiç farkına varamadığımız tarih öncesine ait bir yığın his yeniden dolar tatmin bulur. Orada onca sürede birikip de medeni karakterimize vuran deneyimin aksini görme merhabalaşma imkanına kavuşuruz kısa bir anlığına da olsa. Şansımız varsa bu ziyaretten beş aşağı beş yukarı yarım yamalak belli belirsiz bir ifade yakalarız. Esip geçen bir koku akıp giden bir su düşüp eriyen bir kar tanesi türünden varlığı ile yokluğu kısacık anlara mahsus bir ifade. Kökene ait bir ifade. Okuyacağınız bu hikâye o ifadenin peşindedir. Beynimizde hani adresini hâlâ bir türlü bilemediğimiz anahtarları kilitli kapılarının arkasında asılı duran yığınla köşkten birisine nihayet bir giriş yolu açan ifade.