Çehresi değişmiş sevinçlerimin hayallere perçinlenmiş yanında nasıl da unuttum seni sormayı? Örselenmiş kuytulara pası gitmemiş delilikleri kazırken hayaline bir daha bakmayı unuttum.
Kirli sokakların kaldırımları öğütürken taşralı bedenimi o çocuksu bakışlarını masum heveslerin yanına koymayı unuttum işte... Körelenin hisler değil de kendim olduğunu söylemeyi unuttum. Anlamsız kalabalıkların etrafına uçuştuğu günlerde ben tomurcuğa bile durmamıştım. Oysa pembeydi yüzünü dahi göremediğin çiçek... Yaban gülü müydüm neydim? Yabancılara karşı ürkek sana dünden meyilli...
Nasıl da unuttum kumral diyarlara sürgün edilmiş şiirimin titrek kafiyesini? Neşesi gelmemiş yalnızlığımda körebe oynayan güneşin ışığı karartırken günümü nasıl da unuttum seni?..
Kybele'nin saçları toprağı tutuştururken Zeus Tapınağı'nda ayinler yapılırken yeniden denedim yaşamayı... En başından sen de denedin. Babil Kulesi'nden gecenin yıldızları görünmüyordu. Biliyordum senin parlaklığını seçemiyordu kimseler... Truva atı koşamıyordu yetişemiyordu hayallerine... Biliyordum kurbanını seçmişti tanrılar... Tapınakların duvarlarından kan sızıyordu. Benim yüzüm pembeye çalıyordu hala... Sen yaban gülünü "baharım" diye seviyordun.