Sinemanın son zamanlarda iyice belirginleşen öykü sıkıntısının belki en hayırlı sonucu (yeniden) edebiyat klasiklerine ve hatta edebiyatçıların yaşamlarına yönelinmesi. Emile Zola'nın Germinal'i Cyrano de Bergerac ve Bloomsbury grubundan Lytton Strachey ile Dora Carrington'ın ilişkilerinin ele alındığı Carrington akla gelen ilk örnekler. Son ve önemli bir örnek de Piano'nun Avustralyalı yönetmeni Jane Campion'ın yeni filmi: Modern romanın önemli adlarından Henry James'in ünlü romanından uyarladığı Bir Kadının Portresi.
Meraklısı biliyor; sözümüz bilmeyenlere: Henry James'in Avrupa'ya giden Amerikal genç İsabel'in oradaki serüveni içinde çok iyi tanıdığı "çoğunluğu Avrupalılaşmış Amerikalılardan oluşan kişilerin yozlaşmış dünyası"nı sergilediği "gerçekçi roman anlatımıyla James'in 'buluş'u diyebileceğimiz 'bakış açısı' tekniğini de ustaca birleştiren" bu roman Kasım 1995'te iki usta çevirmenin Necla ve Ünal Aytür'ün çevirisiyle Yapı Kredi Yayınları Kâzım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi'nden çıkmıştı.
Bir Kadının Portresi okurlarla özellikle sinema izleyicisi okurlarla buluşmayı -hâlâ- bekliyor. "Ben bu filmin romanını okudum" diyebilmeniz için...