Her birimizi tek başımıza bir kayığa oturttular. Cahildik biz; ellerimizde kürekler... Tanımadığımız bir sahilden uzaklaştırıp karşı kıyıya yönelttiler bizi... Küreklere asıldık ve elimizden geldiğince ilerlemek için uğraştık. Biz açıldıkça akıntı da şiddetlenerek aynı yönde bizi sürüklüyordu. Sahilden yeni hedeften uzaklaşıyorduk.Uzlaştıkça bizim gibi akıntıya kapılan kürekçilere daha sık rastlar olduk. Bazıları sahilden uzaklaştığının farkında durmadan kürek çekiyordu; bazıları kürekleri fırlatıp atmıştı. Kimileri akıntıya karşı çabalıyordu kendince savaşıyordu ama çoğu kendini akıntıya bırakmıştı. İlerliyorduk. Akıntı bizi götürüyordu. İlerledikçe daha ilerdeki akıntının aşağılarındaki yolcuların ardından bakarken (Sanki hedef onlara yetişmek veya geçmekmiş gibi) bize gösterilen yönü unuttuk. Tam akıntının ortasında aşağı doğru kapılıp giden kayıkların sıkışıklığında yönümüzü iyice kaybettik. Her taraftan tayfalar neşeli zafer çığlıklarıyla sarhoşcasına yelkenliler ve kürekli kayıklarla önümüzden geçiyor akıntıdan aşağılara gidiyorlardı. Birbirlerine ve bize "Başka bir yön olamaz zaten" diye teminat veriyorlardı: "İşte hepimiz bu tarafa gidiyoruz; yönümüz burası o halde!" Biz de onlara inanıyorduk ve onlarla birlikte ilerliyorduk. Çekmekten vazgeçtiğimiz kürekleri kayığın içine alıp keyiflenmiştik bu yüzden. Nasılsa akıntı bizi gitmemiz gereken yere götürüyordu! Oldukça uzaklara gittik. Öyle uzaklara ki içlerinde yolumuzu iyice şaşırdığımız hızlı akıntıların gürültüsünü duyduk. kayıkların orada nasıl parçalandığını gördük. Biz sonsuz bir yolculuğa çıkmıştık!