Birkaç yüzyıllık bir zaman dilimi içinde ekonomik toplumsal siyasal dinsel anlamlarda tüm cemaat bağlılıklarını yadsıyarak yükselen geçen yüzyıldan itibaren bireyi Tanrılaştıran XX. yüzyılın sonuyla da hem sosyal devletin hem de ideolojilerin ve sosyal sınıf çatışkılarının en azından görünürde gerilemesiyle son bağlarından da kurtulan Batılı insan şimdi kendine inşa ettiği bu "özgürlük" tapınağında yalnız kalmanın acısını dillendiriyor.
Masumiyetin Ayartıcılığı'nda esas olarak Batı'ya ama daha çok da Avrupa'ya odaklanarak modernite içinde bireyin geldiği son noktayı irdeleyen Pascal Bruckner ironik anlatımıyla Batılı erkek ve kadını hedef tahtasına oturtuyor. Bireyciliğin içinde bulunduğu aşamayı başlıca semptomu edimlerin sonuçlarından kaçmak olan bir hastalık olarak değerlendiren yazar teşhisini de şöyle dile getiriyor: "Özgürlüğün sıkıntılarına katlanmadan nimetlerinden yararlanmaya kalkışmayı masumiyet diye adlandırıyorum ben. İki yönde gelişiyor bu masumiyet: çocuksuluk ve kurbanlaşma." Sorumluluk üstlenmenin giderek mutsuzluğun kaynağı olarak algılandığı bir çağda bu iki eğilim de nasıl birer sorumsuzluk stratejisi oluşturduğunu medyadan toplumsal yaşama siyasal olaylardan savaşlara erkek-kadın ilişkilerine dek birçok sarsıcı hatta tedirgin edici örnekle gösteriyor Bruckner.
Yüz yıldır Batı'nın yeni putu yeni küçük aile Tanrısı olarak nitelediği "çocuk" etkenini sürekli sürpriz ve sınırsız doyum ilkesine dayalı tüketim toplumuyla ve eğlence sektörüyle ilişkilendiren yazar masumiyetin diğer ayağı olarak koyduğu "kurbanlaşma stratejisi izlediğini medyanın ve özellikle televizyonun haber üretmi modelinin bu eğilimde oynadığı rolü inceliyor.
Bruckner şeytanın avukatlığına soyunduğu bu eserinde "müzmin" sıradan insanla "müzmin" muhalife üzerinde düşünüp kendilerini gözden geçirmelerini sağlayacak bir yığın soru yöneltiyor.