''İçtiğimiz her sigara arkamızdan Çin'de yakılan dua tütsüleriydi ve ilahi bir duman çıkartıyorlardı. S.O.S. sinyalleri gönderiyorduk dualar ediyorduk o dumanlarda. Ağıtlar yakıyorduk umut şarkıları yayınlıyorduk. Ama duyan olmuyordu. Kayboluyorduk kalbimizin en derinlerinde. İçimizde bir çocuk bulamıyorduk ya da bir güç ya da bir cevher ya da bir huzur. Soğuk bir morg gibiydi hayallerimizin gömülmeyi beklediği yer. Her gün yenilerini getiriyorduk ölenlerin. Çıplak soğuk bedenlerinde katil mesajlar bırakmıştı; "Kaç buralardan vakit çok geç olmadan!" Yatağımızda bir embriyon gibi kıvrılıp yatıyorduk. Kendi tenimizin ısısını gerçek bir kucaklama sanmak istiyorduk. Daha kararmadan hava yatmak istiyorduk bir an önce. Karanlıkta yapılacak en iyi şey gözlerini kapatmaktı aydınlığa kadar sabahleyin aydınlığa dirilme ümidiyle. Ama fikri bile korkutucuydu. Kim isterdi ki yeniden aynı kısırdöngüye aynı ölüme dirilmeyi?''
Ve Tanrı Ağlıyordu Ziya Meral'in hep kendisine sorduğu soruların cevaplarını bulabilmek için çıktığı yolculuğunun ve üç kıtaya dağılmış eğitiminin içinde doğmuş kişisel bir yazıdır.
İnsan kırılganlığını arayışlarını ve yıkıcılığını irdelediği bu kitapta okuyucuyu dünya tarihinin en eski sorularını sormaya çağırmakta ve tüketme güdümlü günlük koşuşmalarımızın içinde unutmaya başladığımız veya bilerek kurtulmak istediğimiz değerleri hatırlatmaktadır.
T.S. Eliot'ın dediği gibi "Keşfetmekten vazgeçmemeliyiz; ama tüm keşiflerimizin sonu başladığımız yere geri gelmek ve orayı ilk defa gerçekten bilmektir.'' Çünkü yaşamda birçok şeyin değerini onları kaybettikten sonra veya onlardan çok uzaklara gittiğimizde anlıyoruz: Tanrı gibi.