Kadavrayla henüz tanışmış bir tıp örğncisi için ceset ne denli tırnak kemiriciyse o denli haz verir işinin sevdalısı cerraha. Neşteri hokus pokus becerisiyle havada daireler çizer. Nefeslerini tutar izleyenler... Yeni mezun bir hemşire kendini kaybedebilir ilk denemede. Fakat bütün olanlar sadece belli bir süreyi kapsar ve sonra kadavra uzun çengelle alındığı yere itilir. Geriye sadece temizlenecek atıklar kalmıştır. Herkes evinin yolunu tutar akşama doğru. Dokuların organların deşilmesinden geriye kalan gözlerde gittikçe büyüyen bir korkudur yalnızca: Hayat korkusu. Yaşandıktan sonra kadavraya dönüşme korkusu. Veya çamura yapışmış bir kelebeğin portakal sandıkları üstünde şarkı söylemesini seven küçük kızın. Nis limanında binbir hüznüyle başbaşa bırakılmış Cem Sultanın korkusu kan ter içinde kalmış ihtiyar balıkların korkusu...Bunun gibi korkular hayata dair... Ve ikindi ayazlarına rağmen neşvünema bulan akşam sefası! Uçurumun bir adı da hayattır. Bir başka adıyla "hikâyeler bütünü". Ne roman olmayı göze alabilmiş ne de şiire sığabilmiş kısacık hikâyeler.