Geçmişte bir şey olur gölgesi bugüne düşer formülü Türk tiyatrosunun içinde en fazla ürün verdiği gerçekçiliğin asal formüllerinden biri olduğu halde oyun yazarları nasıl olmuştur da bu formülü hiç dikkate almadan akıllarına bile getirmeden gerçekçi oyunlar yazabilmişlerdir? Madem ki klasik antikiteden Ibsen modernitesine ve hatta Beckett'in geçen yüzyılın son çeyreğini kapsayan oyun yazarlığına kadar Batı oyun yazarlığına damgasını vuran bir geç kalmış olma düşüncesinin izi sürülebilmektedir öyleyse nasıl olmuştur da kendisi Batılılaşmaya çoktan geç kalmış ve ontolojisinde bu türden bir telaş ve huzursuzluk taşıyan idealini kaptırmış.
Osmanlı ve sonrasında Türkiye'li oyun yazarı bu meseleyi sınanmış biçimsel araçlarıyla ele almayı denememiş ya da benim gözümden kaçmış denemeler varsa bu uygulamalar neden yaygınlaşmamıştır? Aynı soruyu başka başka vurgularla ya da kalkış noktalarıyla çoğaltmak mümkün ama gereksiz. İddia bu: Türk tiyatrosu Batı oyun yazarlığının egemen kalıplarından birini geçmişi şimdinin gerekçesi olarak gösteren ve bunu yaparken kendini içine yerleştirdiği çerçeveyi bir resim çerçevesine benzeterek içinde bir merkezi perspektif kurduğu yapıyı kalıcı ve süreğen bir biçimde model almamıştır. Bunun yerine yine Batı tiyatrosunda kullanılan bir başka formüle bir gün bir şey olur ve her şey değişir formülüne yaslanmayı seçmiştir. Türk tiyatrosunun neyi kabullenerek içselleştirdiği baktığı yerde durduğu halde neyi görmezden gelerek yok saydığını içeren seçimi hiçbir biçimde rastlantı olamaz. Bu çalışma sözkonusu seçimin önce toplumsal ve siyasal nedenlerini sonra de estetik ve sanatsal gerekçelerini aramayı deniyor..