Türkiyenin Avrupa Birliğine girme yolunda gösterdiği çabalar ve bu yönde sürdürülen faaliyetlerin zaman zaman başarısızlıkla sonuçlandığı dönemlerde "Şark Meselesi henüz bitmedi mi?" sorusu ister istemez akılları meşgul edebilmektedir. Bu çerçevedeki bir değerlendirmede milletlerin tarihî geçmişlerin ne kadar önemli olduğu ve tarihî hadiselerin milletlerin kaderine nasıl yön verdiği daha iyi anlaşılacaktır. XIX. Yüzyılda diplomatik bir terim olarak karşımıza çıkan "Şark Meselesi" güncelliğini hâlâ muhafaza etmekte ve Batı Alemi tarafından zaman zaman karşımıza farklı kılıflar ve başlıklar altında çıkarılmaktadır.
Türklerin Anadoluyu yurt edinme yolundaki çabalarıyla birlikte ortaya çıkan ve Anadoludaki Türk varlığının başlangıcından itibaren Hristiyan-Batı Dünyasının gündemine giren Şark Meselesi Batı Alemi için uzun vadeli bir hedef olmuştur. Türklerin yüzlerini Batıya dönmek suretiyle ilerledikleri bölgeleri vatan yapma gayretlerinin yanı sıra Hristiyan dünyasına karşı İslâm dünyasının da hamiliğini üstlenmeleri Hristiyan-Batı Dünyası için büyük bir problem olarak görülmüş ve kendi coğrafyalarında Türk yayılmasını önlemek amacıyla Osmanlı Devleti içerisinde çeşitli gaileler çıkarmaktan geri durulmamışlardır. Batının bu isteği 1699 Karlofça Anlaşması ile nispeten gerçekleşmiş ve Türklerin Avrupada ilerlemeleri Viyanada durdurulmuştur. Bu tarihten sonra Türkleri ele geçirdikleri topraklardan da çıkarma fikri ön plâna çıkmış ve XIX. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise bu fikir emperyalist zihniyet zımnında belli bir siyaset dahilinde uygulanmıştır.