Hikâyeci bir tiyatro sanatçısı gibi yüzünü şekilden şekle sokuyor insanları söylediklerine odaklıyordu. Hikâyesinde o çocuk aklımla dikkatimi çeken cevabı içinde saklı sorular olmasıydı. Hikâyesinin sonunda da "Sürçü lisan ettiysek affola!" diyerek bir özürle tamamladı geceyi.
Hayatın insanların yaşadığı ya da uydurduğu hikâyelerden ve kıssadan hisselerden oluştuğunu ve hatta her insanın bir hikâye olduğunu; o gün o hikâyeciden başlayan süreçle yaşam ve yıllar bana öğretti.
Batı'dan gelen hikâyecilikten önce bizde de bir hikâyecilik vardı; ben bunun şahidiyim.
Eğlenme araçları değişen ve eskiden eğlenirken öğrenen halkımız dinleyerek bilgi edinmekten de uzak düştü.
20. yüzyılın ikinci yarısını yaşayan biri olarak hikâyelerimi yazarken o yaşlı hikâyecinin anlatırkenki üslûbu o günkü halk ve iki binli yılların başında üstümüze kâbus gibi çöken küreselleşme belâsı ve müştemilâtı hafızamda bir yerleri kaşır durur.