Ruhunun nerelerde gezindiğini hatırlayamıyordu. Biraz duraksadıktan sonra gözlerini kapayarak başını geriye güngörmüş çınara yasladı. Ürpermişti. Dayanamadı gözlerini tekrar açtı. Yapraklar arasından zaman zaman sızmayı başaran sonbahar güneşi gözlerini kamaştırıyordu. Ellerini iki yana açtı ve dua edercesine havaya doğru kaldırdı.
"Ey ihtiyar ağaç! Her kış ölüp baharla birlikte tekrar dirilirsin hem de yüzlerce defa bıkmadan usanmadan söyle bana aşkta böyle bir şey midir? Bahara olan aşkın mıdır seni dirilten ayakta tutan?"
Kadın ateşti lâkin yok eden cinsten. "Önce ateşleriyle eriterek kıvama getirirler sonra hissettirmeden kalıplarına alırlar nihayetinde de sözleriyle döve döve yeni şeklini verirler" diye mırıldandı. Katlanılması zor bu manzara karşısında içi öfkeyle dolmuştu. Daha fazla dayanamayıp bakışlarını Güştarb Dağları'nın sisli doruklarına çevirdi. Yaşamın yalın ve acı gerçekliğini bir çırpıda unutuvermiş kadim dostu ile paylaştığı onlarca güzel hatıra arasında kaybolup gitmişti.
Mahlûkun gözlerine daha doğrusu gözlerin olması gereken iki boş çukura bakakalmıştı Kamkagan. Dolunayın aydınlığına rağmen hâlâ simsiyahtı. Çocukken saklambaç oynadıklarında çoğu zaman gizlendiği kimsenin bilmediği ve kimseyle paylaşmadığı küçük mağara bile bu kadar karanlık boş ve siyah değildi. Kesik gırtlağından sulu çamur renginde kan sızmaya başlamış ortalığı hayvan leşi gibi iğrenç bir koku sarmıştı. Hiddetle tuttuğu saçları bıraktığında mahlûkun cansız bedeni önüne yığılıverdi.