Koşarken Yavaşlar Gibi birbirine hem benzeyen hem farklı beş genç kadının 12 Eylül'de askeri cuntanın yönetime gelmesinden birkaç yıl önce başlayan arkadaşlıklarının 12 Eylül döneminde 1990'larda ve 2000'lerde aldığı halin romanı: Aynı evi paylaştıkları yıllar geride kalmış hayat gailesiyle birbirlerinden uzaklaşmışlardır. Her biri farklı ama benzer biçimlerde bir zamanlar hayatlarını adadıkları ideallerinin hiçleştiği yeni toplumsal ilişkiler içerisinde kadın olmanın zorluklarıyla baş edip ayakta kalmaya çabalarken bir mektup onları yeniden bir araya getirir.
Şöhret Baltaş bu ilk romanında son yirmi beş yılda yaşanan toplumsal değişimi 1980'lerin başında yirmilerinde olan kadınların bir zamanlar değiştirmeye kendilerini adadıkları insanlarınkinden pek de farklı olmayan yaşamları üzerinden anlatıyor. İdealleştirilmemiş tanıdık roman kahramanları ve süssüz yalın ama çarpıcı bir duygusallığa sahip anlatımıyla Koşarken Yavaşlar Gibi roman sanatının oyunlardan değil duygu yoldaşlıklarından da kurulabildiğini gösteriyor.
"Cezaevinde arkadaşlarla ranzanın üzerine oturup konuştuğumuz günlerde bile hayat daha kolaydı. Evet dışarda değildik dışardayken gözümüze çarpmayan küçücük ihtiyaçları bile karşılamak için büyük çabalar harcıyorduk. Ama yine de gülebiliyorduk yağ tenekesinin üzerinde kızarttığımız sucukları yerken... Çünkü umutluyduk hâlâ. Güzel günlerin ışığı henüz terk etmemişti bizi."