Oralarda sık sık Türkçe hayaller kurmuştum ama burada beni tam kendilerinden saymadılar. Severlerdi TAM lafını. TAM buralı. TAM burjuva. TAM VE GERÇEK. GERÇEK İstanbullu. GERÇEK yazar GERÇEK şair. Melezler için ürpertici sözler... Yabancı olduğumu akrabalarım unuttuğunda dahi okumuşlar unutmadılar.
Ya benim için vatan neydi? İş dil aile millet sosyal rüya? Her biri başka toprakta. Parmaklarımla sayıyordum: bir iki üç dört belki beş... 'Bu bölünmüşlük benim şanssızlığım' diyordum. 'Bu bölünmüşlük senin gerilimin' diyordu M. 'Hayatta bir şeyler yapmak için herkesin gerilime ihtiyacı var.'
Edebiyatın ancak kendi kendisiyle kavga ederek varolabileceği doğruysa eğer bu iç kavgaların en ilginçlerinden birini de Kurabiye Saatinde'de izleyebiliriz: Nebiye'nin sahte toplumsallıktan ve jargondan yakayı sıyıramadığı için kuramadığı bireysel anlatımı ya da 'iç ses'i Vivet Kanetti tersten giderek kuruyor: jargonu jargona gevezeliği gevezeliğe kırdırarak.
Nebiye'yi 'tam ve gerçek' olmaktan alıkoyan onu sahteliğin alanına atan şey melezlikse Vivet Kanetti'nin son dönem İstanbul bohemini eleştirebilmesini sağlayan şey de melezlik. 'Dolu' 'som' 'tam ve gerçek' sanılan arzu nesnelerinin hiçbir zaman o kadar tam ve gerçek olmadığını görebilme fırsatını veren o 'yarımkan' duruşu...
Kurabiye Saatinde bir anahtarlı roman değil bir anahtarlı roman parodisidir. 'Gerçek' kişilerin kolayca sahteleştiği bir ortamda 'sahte' kişilerin kuklaların bazı gerçek modellere benzemek istemesi çok görülebilir mi? Gerçek kişiler ve kuklalar hepimiz aynı kültürel gürültüye gitmedik mi?
Orhan Koçak Özgür Gündem 1992