Marie Antoinette ne hanedanın çizmeye çalıştığı gibi kutsal bir ilâhi varlık ne de ihtilalcilerin savunduğu gibi düşmüş bir kadındı. Marie Antoinette sıradan biriydi. Bugün yaşayan ve yarın yaşayacak kadınlardan farklı değildi. Ne şeytani düşünceleri ne de kahramanlık duyguları vardı. Sözün kısası bir trajedi kahramanına benzemiyordu.
Bir dahi çektiği acıdan sorumlu değildir. Çünkü içinde taşıdığı inanç sonsuz gücünü gösterebilmesi için ona bu ateşten gömleği giydirir. Fırtına nasıl martıyı alır götürürse kaderin güçlü rüzgârı da dahiyi daha yükseklere sürükler. Sıradan biri ise yaradılışı gereği sakin bir hayat arar. Trajediyi dramı istemez. Bunlara ihtiyacı yoktur. Gölgede sakin bir yerde kalmayı rüzgârlardan korunarak ılık bir iklimde yaşamayı ister. Kaderin gizli eli onu kargaşalara doğru iterse kaçar direnir korkar. Tarihe adını yazdıracak ve dünyaya adını duyuracak sorumluluklarla karşılaşmayı istemez hatta bundan çekinir bile... Acıyı sıkıntıyı aramaz. Fakat yine de başına gelirse içten değil dışarıdan gelen bir güçle ona doğru sürüklenir.
Doğuştan kahraman olmayan insanın çektiği acının derecesi soylu bir kahramanın acısından daha az değildir. Hatta belki de daha ağırdır. Çünkü sıradan bir insanın tüm bu yükü tek başına çekmeye yetecek gücü yoktur.Sıradan biri olan Marie Antoinette kaderin kurbanı olarak kahramanlaşmanın en güzel örneğini verir.
Stephan Zweig