Esir kızlardan ikisi on altı on yedişer yaşlarında Kafkasyanın'nın iki parlak güzeliydi. Üçüncüsü tahminen dokuz yaşında bir küçük esirdi. Saçlarıyla kaşlarının arası biraz yakınca ağzı gayet küçük yuvarlak omuzlarına nispetle beli incecikti; hele o siyah gözlerde zekâ pırıltısı sonsuz bir tatlılık gösteriyordu. Usta bir el ile ölçülü çizgileri çizilmiş fakat rengi verilmemiş bir resim gibiydi. Zira küçücük dudakları penk renksiz bakımsızlıktan saçları seyrek sefalet ve yol sıkıntılarının tesiriyle rengi uçuk gözlerinin etrafı ise ince bir siyah halka ile çevrilmişti. Bakışında kafesin içine konulmuş bir kuşun ara sıra gökyüzüne bakışını andırır gizli bir hüzün ve üzüntü görülüyordu. Bu küçük kızın üzerinde dar ve baştan ayağa kadar ilikli bir Çerkez paltosu başında da küçük eski bir kalpak vardı.
Sandallar sahile yanaşarak bu kızları bir eve götürdü. Eve girdikleri zaman esircinin karısı onları karşılayarak: "Bu ikisi güzel! Bu küçük kız hastalıklı bir şeye benziyor. Bunu buraya ölsün diye mi getirdin?" dedi.
Hacı Ömer: "Bize de bunu bin liraya almadık ya! Tam Yüksek Kaldırım'daki Mustafa Efendi'nin karısının istediği gibi bir küçük!" cevabını verdi. Çerkez o gece Hacı Ömer'in evinde kaldı. Alıcıların beğenmesini sağlayarak üç gün içerisinde pazarlığı bitirdi.