Merih Günay'ı "Pabuçlarımın Yazarı" adlı ilk kitabıyla tanıdığımda öykülerdeki gizli içtenliği sezdim. Öykülemeyle yaratımın içiçeliği beni hızla alıp son sayfaya kadar taşıdı.
Betimlemeyi tüm konuya yayan Günay'ın öykülerini okurken okuyucu çok dikkatli olmak zorunda. Çünkü yazar aynı zamanda bir sözcük sıkıştırma ustası.
Zamanı bir paragraf vuruşuyla ileri ve geri götürebilen bir yazar. Bir mekanı bir tamlamayla kolayca tanımlayarak okuyucunun sabrına dokunabiliyor; olayları bir sesle dillendirip özelliklerinin ayrıntılarına inebiliyor... Önce gerçekleri fantezilerle birleştirip sonra her iki unsuru birbirinden ayrıştırarak okuyucuya seçenekler sunma; yaşamımızdaki dümdüz algılamaları o da fazla örslemeden kendine özgü yalınlıkta ama bir başka derinlikle anlatma özelliğine sahip. Merih Günay cümlelerin serbest duruşları içerisinde birbirine delicesine bağlandığı "Martıların Düğünü" adlı bu yapıtında bir dramı yumuşatarak gülümsetmiş. Bunu yapabilmek için de; kötüyü kötü imgeyle iyiyi iyi imgeyle belirginleştirmiş. Bazen bir zaman dilimini bazen soyut bir varlığı kişileştirmiş.
Bu yapıtı okuduğumda ona "Bir yudum öykü" daha sonra; "Bir içim su" adını verdim. Sizlerin de bu kitabı bir solukta okuyup kitaplığınıza yerleştirirken benim verdiğim bu iki addan birini gülümseyerek fısıldayacağınızdan eminim.