Türkiye'de devlet toplumsal ilişkilere belirli bir biçim veren bu biçimi yeniden üretmek için gerekli kurumsal ve söylemsel pratikleri topluma empoze eden bir konumdadır. Toplumsal yarar adına devletin yurttaşı sürekli bir şekilde yönlendirdiği kendi "iyi" ve "makbul" anlayışını topluma empoze ettiği böyle bir politik düzlemde devlet aktif özneyken yurttaş "taşıyıcı / nesne" konumuna itilmiştir. Hikmet-i hükümet başka bir ifadeyle devletin "çıkarları" birey hak ve özgürlüklerinin üstünde tutulmuştur. Yurtseverlik sadakat özveri gibi erdemlerle bütünleşen ve birey karşısında devletin bekasına öncelik veren bu "militan yurttaşlık" anlayışında yurttaş devlete karşı sorumlu kılınmış "vergi vermek askere gitmek seçimlere katılmak" şeklindeki görevler üçlemesini gerçekleştirdiği ölçüde kendisine "haklara sahip olma hakkı" tanınmıştır. Böyle görev temelli bir anlayış yurttaşlığın dayandığı haklar-görevler sistematiğinde görevlerin her zaman haklar aleyhine değer kazanmasını da beraberinde getirmiştir. Bağlanma / özveri / itaat sistematiğine dayalı devlet-toplum / birey ilişkisi temelinde şekillenen okulda yurttaş eğitimi sadık ve fedakâr otoriteye itaat duygusu gelişmiş devlet için canla başla hizmet etmeyi gerekirse canını seve seve feda etmeyi kendilerine bir görev ülkü edinmiş yurttaşlar yetiştirme amacından ibarettir. Tamamen dogmatik farklı düşüneni dışlayan ezberci ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin her boyutuyla işlendiği eğitim anlayışında bağımsız düşünebilen nesillerin oluşması ne yazık ki mümkün görünmemektedir.