Gerçekliğin özü anlamdır. Anlamı olmayan bizler için gerçek değildir. Gerçekliğin her bir bölümü evrensel bir anlama katılımı sayesinde yaşar. Eskinin evrenbilimleri önce söz vardı yargısını ortaya koymuşlardı. Adlandırılmamış olan şey bizim için var değildir. Bir şeyi adlandırmak - onu bir evrensel anlama bağlamak demektir. Tecrit edilmiş mozaiğe dönüşmüş söz artık daha sonraki zamanların bir yaratısı tekniğin bir sonucudur ilk söz ışığın etrafında dönüp duran bir hayaldi bir büyük evrensel bütünlüktü. Bugünkü günlük anlamında söz bir zamanlar her şeyi kapsayan bütüncül mitolojinin artık yalnızca bir bölümü bir parçacığıdır. Ondaki gelişmek yenilenmek tam bir anlama tamamlanmak eğilimi işte bundandır. Sözün yaşamı tıpkı efsanedeki her bir parçası karanlıkta birbirlerini arayan yılanın parça parça edilmiş bedeni gibi binlerce bağlanışa doğru kasılmasına gerilmesine bağlıdır. Sözün bu bin parçalı ama bütünsel organizması ayrı ayrı anlatımlara seslere günlük konuşma diline parçalanmış ve pratik gereklilikler için kullanıldığı bu yeni biçiminde bize artık bir karşılıklı anlaşma organı olarak nüfuz etmiştir. Sözün yaşamı gelişimi yeni kulvarlara yaşam pratiği alanlarına sürülmüş; yeni kurallara boyun eğdirilmiştir. Ama pratiğin buyrukları sert rejimlerin i bir biçimde birazcık boşlamaya görsünler; söz bu baskıdan kurtulduğunda kendine bırakıldığında ve kendi yasalarına geri döndürüldüğünde onda bir gerileme geriye doğru bir akım meydana gelir; söz o zaman eski köklerine bir anlama tamamlanmaya yönelir - ve sözün yuvasına bu yönelimine onun geriye dönüş özlemine ilk söz yurduna dönüş özlemine şiir diyoruz.
Bruno Schulz 1892 - 1942