"Bir dağın eteğindeydi köyümüz. Uzaktan dağa tırmanırken yorulup kalmış koyunlar gibi görünüyordu köyün evleri. Biraz daha yaklaşınca dağın yamaçlarına tırmanma niyetinde olmayan sadece korunmak için dibine sokulmuş koyunlara daha çok benzerdi evler. İçinde fakir insanların yaşadığı bu küçük evler taş ve balçıktan yapılma derme çatmaydılar. Dereler akardı köyün sağından solundan. Bahar aylarında düzlüklere taşan sular yaz gelince durulur yatağındaki taşları yerinden oynatmadan daha sakin akardı; güz aylarında azalır kış aylarında ise donardı. Kışlar uzun sürer insan boyu kadar kar yağardı. Günlerce kapılar açılmaz komşu bile komşusuna gidemezdi. Öyle soğuk olurdu ki insanın sesi bile donar bir çınıltı olarak kalırdı havada. Ama bahar gelip karlara erimeye başlayınca bin bir türlü bitki kaplardı doğayı. Pırıl pırıl otların ve renk renk çiçeklerin keskin yoğun kokuları insanın aklını başından alırdı. Çiçeğiyle otuyla böceğiyle suyuyla cennetin ikiz kardeşi olurdu köyümüz."